Dükkan (Mustafa Sönmez)
 
 “Küçük şeyleri unutamayanlar en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri her şeyi severek öleceklerdir.” 

Sait Faik

 

          Garip şey. Küçükken yapmak istediğin her şey için önce büyümen gerektiğini söylüyorlar. Bir an önce büyümek istiyorsun. Ah bir büyüsek. Bir acele bir acele. Oluyor sonunda.Geçiyor zaman. Büyüyorsun. Ama işte o zaman da hayatında yaşadığın en güzel anıların çocuklukta saklı olduğunu görüyorsun. 

           -Gazoz içelim mi? Diyor Ahmet.

           -İçelim, diyorum sessizce. 

           Kasadan iki gazoz alıp buzdolabının buzluğuna atıyor. Ahmet, dayımın oğlu. Benden iki yaş büyük. Bizim okula giden yolun kenarında, evlerinin hemen önünde dükkanları var. Daha önce bahçeymiş aslında. Dayım evlendikten sonra bahçeyi bozup dükkan yapmış. Lolipoplar, bonibonlar, kamış şekerler, leblebi tozları, çeşit çeşit çukulatalar, dükkanın önündeki eski sedirlerin üzerindeki kasalarda şeftaliler, hurmalar, erikler... Babamın nadiren verebildiği harçlıklarla alabileceğim her şey var bu dükkanda. 

           -Gazozlar olmuştur, diyor Ahmet. Dolabın buzluğunu açıp yarı buzlanmış gazozları çıkarıyor.

           -Delelim mi? diyorum.

          -Olur, diyor. Ama aslında sevmiyor kapakları delerek gazoz içmeyi. Sadece bana uyuyor. Ben tadını çıkara çıkara içmek istiyorum. Kapakları açıp yudumlayarak içince hemen bitiyor gazoz! Yine de bazen açıyoruz kapakları. O zaman da içine leblebi atıp çalkalaya çalkalaya içiyoruz. Kendi gazozumun kapağına iki, onunkine üç delik açıyorum. Elvan gazozları. ''Elvan içelim bir oh diyelim'' diye reklamı çıkıyor televizyonda. 

          Çok sonraları bir gazetecinin yazdığı kitapta okumuştum. Elvan gazozları dönemin başbakanı Turgut Özal'ın büyük projelerinden biriymiş ama tutmamış. Şimdilerde halk nerdeyse ikiye ayrıldı. Kimi ''Çok büyük adamdı şu Özal'' diyor. Kimi ise ''Başımıza ne geldi ise onun yüzünden geldi'' diyor. Halkın kafası karışık.

           İnsan ne zaman büyür? İçimden bir ses, bu soruyu sorduğun zaman, diyor. Değil mi? Bazı sorular vardır ki, ancak soruyu sorabildiğin zaman, yanıtının aslında o sorunun kendisi olduğunu anlıyor insan. Büyümüşüm diyor.Büyüdük.

          Karneler verilir verilmez soluğu dükkanda alıyorum. Anneme kalsa ''bir işe girsin meslek öğrenir''. Babama kalsa, ''benim oğlum okuyacak.'' Babama kalıyor. Kahvaltı yapar yapmaz fırlıyorum evden. İkindiye kadar Ahmet'e yardım ediyorum. Laf. Aslında daha çok gazozlar, çukulatalar, sıcacık ekmek arasına yayılmış peynirler için gidiyorum. 

         Dükkanın önünde penaltı çekişiyoruz. Yengem dükkana gelip satılmayan meyveleri soruyor Ahmet'e. Yengem reçel yapıyor onları. Anneme de gönderiyor bazen 

         -Yoruldum, diyor Ahmet. Dükkanın önündeki taburelere oturuyoruz. Ben yine gazoz açacak diye bekliyorum.Ama Ahmet bu kez pek oralı değil. Yerden bir taş alıp karşıdaki ağaçta cıvıldaşan kuşlara doğru rasgele fırlatıyorum. Pat diye bir serçe düştü yere! Şaşkınlıkla koşup avucuma aldım serçeyi. Yaralıydı serçe. Üzülmüştüm. Belki iyileşir diye eve götürdüm. Evde köyden bize misafirliğe gelen halam vardı. Yakınlarda evlenecek. Annemle çeyiz bakmaya gideceklermiş. Halam avucumdaki kuşu görünce ''Sen mi vurdun?'' dedi. Bir şey söylemeye kalmadan avucumdaki serçeyi alıp, kafasını kopartıverdi. Birkaç dakika içerisinde tüylerini yolmuş, şişe geçirip, tüpte pişirmeye başlamıştı bile. 

        -Bak, dedi halam, ''çıtır çıtır''. Bir parçasını alıp ağzına attığı serçenin kalan kısmını bana uzattı. Hemen uzaklaştım oradan. Bir daha kuş vurmadım. 

        Bir insan nasıl büyür? İnsan büyüdükçe mi farkına varıyor adaletsizliklerin, yoksa büyüdükçe ortak mı olmaya başlıyor adalet sizliğe? Bilmiyorum. Çocukların büyüdüğü bir dünyada her şey olabilir. 

        Dayım  dindar birisi. Her cuma namazını farklı bir camide kılıyor. Sevapmış. Bizim ilçede bir sürü cami var.Babamı pek sevmiyor. Ara sıra içer babam. Ayrı partilere oy veriyorlar. Ahmet cuma namazına gidince yengem bakıyor dükkana. Cuma namazlarını aksatmadan kılıyor Ahmet. Dayıma kalsa namaza da başlaması gerek ama şimdilik savsaklıyor Ahmet. ''Sabahın köründe kim kalkacak'' diyor. Yengem bir şey söylemeden dükkanın içine geçiyor. Ahmet bana, 

         -Hadi birlikte gidelim namaza, diyor.

        -Ben yalnız Sübhaneke, Fatiha, bir de Ettehiyatü biliyorum. Namaz kabul olur mu ki?

        -Sadece besmele çeksen bile kabul olur namazın. 

       Camiye doğru yola koyuluyoruz. Geçen yıldı sanırım. Cuma namazında dükkanı bana bırakmıştı Ahmet. Yengemin işi varmış. Ne kadar sevinmiştim. Üç tane çukulata yemiş, sonra da '' Allah'ım affet'' demiştim. Dükkandaki malların hepsinin fiyatını biliyorum. Yalnızca kime veresiye verilecek kime verilmeyecek onları bilmiyorum. O yüzden Ahmet, kısa süreliğine de olsa dükk anı bana bıraktığı zaman, ''kimseye veresiye verme'' diyor. 

        İnsanın çocukluğu kocaman. Biz nasıl sığdırdık bu küçük dükkana? Benim küçük bir parçası olmaktan mutluluk duyduğum bu dükkan şimdi Ahmet'in bütün bir yaşamıydı. 

       ''Hadi ekmek almaya gidelim'' diyor Ahmet. Evden yengemi çağırıyor. Ekmek erken bitince biz gidip getiriyoruz fırından. Yengemin gelmesini beklemeden fırına doğru yola koyuluyoruz. Ben dönüşte sıcacık somunun arasına peynir koyup yiyeceğimiz anı düşünüyorum. Yolda, ''Bıktım bu dükkandan'' diyor Ahmet. ''Keşke okullar açılsa.'' Okullar açılınca dayım duruyor dükkanda. ''Hale git, toptancıya git, fırına git'' diye ekliyor. ''Ders çalışmaktan iyidir'' diyorum. Gülüyor. ''Ben de polis olacağım'' diyor. Fırına geliyoruz. Yeni çıkmış somunları ekmek kasasına doldururken fırıncı ''Kaç ekmek?'' diyor. ''Kırk.'' Fırıncı elindeki deftere yazıyor. Bir ucundan o tutuyor, diğer ucundan ben. Dükkana geliyoruz. Ahmet ekmekleri yerleştirip üzerini boş şeker çuvallarıyla örtüyor. Bir ekmek alıp ikiye bölüyor. Peynirli ekmeklerimiz hazır. Yerken dayım geliyor. Bir gün bir şey diyecek diye ödüm kopuyor. Ama şimdiye dek bir şey demedi. Toptancıya gitmiş. Kendi kendine söylenip duruyor. Ahmet'e, şekere gene zam geldiğini, kaç liradan satması gerektiğini söyleyip gidiyor. Ahmet, '' Asıl parayı bu toptancılar kazanıyor. Dükkanları tıklım tıklım mal dolu. Bir zam geliyor. Malı durduk yerde değerleniyor'' diyor. 

         Düşünüyorum da biz Ahmet'le hiç kavga etmedik. Ahmet zaten sessiz bir çocuktu. Ben de pek kavgacı sayılmazdım. Zaten ortaokuldan sonra pek görüşmez olduk. Ben ortaokuldan sonra fen lisesini kazandım. Annemin orada nasıl geçiniriz diye söylenip durmasına rağmen babam müstahdemlik kadrosunu şehre aldırınca ailecek şehre taşındık. Sadece yazları birkaç günlüğüne geliyorduk ilçeye. Ben yine vaktimin tamamını Ahmet'in yanında geçiriyordum. Ama artık eskisi gibi değildik. Bana, ''Sen çok değişmişsin şehirli çocuğu olmuşsun'' dedi geçenlerde. Artık ilçeye gitsek bile daha az uğruyordum Ahmet'in yanına. Ahmet, imam hatibi bitirdikten sonra, ne polislik sınavlarını kazanabildi ne de bir yere memur olarak girebildi. Artık dükkan onundu. Liseyi bitirdiğim yaz bizimkiler yeniden ilçeye taşındılar. Bir yandan üniversiteye gidiyor bir yandan da Çalışıyordum. Üniversiteyi bitirene kadar gitmedim ilçeye. Babamlar birkaç kez yanıma geldi. Üniversiteden iki arkadaşla beraber bir şirket kurduk.Şimdilik iyi para kazanıyoruz. 

          Uzun zamandan sonra yeniden ilçedeyim. Annemler evi toparlıyorlar. İstanbul 'a taşınıyoruz. Ahmet'in yanına uğruyorum. Belki de bu son görüşmemiz olacak. 

          -Nasıl gidiyor işler, diyorum. 

        -Bildiğin gibi, diyor. Hafifçe gülüşüyoruz. Bildiğim gibi işte. Raflara bakıyorum. Çeşitler azalmış mı değişmiş mi karar veremiyorum. Ekliyor: 

         -Belki görmüşsündür. Büyük bir market açıldı. İşler kırıldı biraz. Daha ucuza satıyorlar. Millet de, peşin olunca marketten, veresiye olunca bizden alışveriş yapıyor.

          Ahmet'in eşi çay getiriyor evden. Yine gazoz içsek, çukulata yesek olmaz mı? Çocuklarını soruyorum Ahmet'e ''Ellerinden öper ikisi de iyi'' diyor. Yaa... Artık elimiz bile öpülüyor. Büyüdük. Yeniden raflara dönüyorum. O iki adamın çerçevelenmiş resmi biraz eskimiş de olsa hala duruyor yerinde. Biri peşin satan. Keyfi gıcır. Takım kıyafet. Ayak ayak üstünde, eller ensede birleşmiş. Diğeri veresiye satan. Perişan. Saçını yoluyor. Resmin hemen altındaki rafta artık ataşların bile zor zaptettiği kalın veresiye defteri müşterilerin bir sicil dosyası gibi duruyor. Birkaç şey daha söylemek istiyorum. Olmuyor. Bildiğim gibi işte. Vedalaşıyoruz.
 

 
 
 
Türkiye  Bakkallar  ve  Bayiler  Federasyonu
Talatpaşa Bulvarı No: 136 / 10   Cebeci  ANKARA
Tel: 0312 - 3196150     Faks: 0312 - 3196158
info@tbbf.org.tr