“Küçük
şeyleri unutamayanlar en geri hatıraları da unutamayanlardır.
Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir
vatan tutamadan her yeri her şeyi severek öleceklerdir.”
Sait Faik
Garip şey. Küçükken yapmak
istediğin her şey için önce büyümen gerektiğini söylüyorlar. Bir an
önce büyümek istiyorsun. Ah bir büyüsek. Bir acele bir acele. Oluyor
sonunda.Geçiyor zaman. Büyüyorsun. Ama işte o zaman da hayatında
yaşadığın en güzel anıların çocuklukta saklı olduğunu görüyorsun.
-Gazoz içelim mi? Diyor
Ahmet.
-İçelim, diyorum sessizce.
Kasadan iki gazoz alıp
buzdolabının buzluğuna atıyor. Ahmet, dayımın oğlu. Benden iki yaş
büyük. Bizim okula giden yolun kenarında, evlerinin hemen önünde
dükkanları var. Daha önce bahçeymiş aslında. Dayım evlendikten sonra
bahçeyi bozup dükkan yapmış. Lolipoplar, bonibonlar, kamış şekerler,
leblebi tozları, çeşit çeşit çukulatalar, dükkanın önündeki eski
sedirlerin üzerindeki kasalarda şeftaliler, hurmalar, erikler...
Babamın nadiren verebildiği harçlıklarla alabileceğim her şey var bu
dükkanda.
-Gazozlar olmuştur, diyor
Ahmet. Dolabın buzluğunu açıp yarı buzlanmış gazozları çıkarıyor.
-Delelim mi? diyorum.
-Olur, diyor. Ama aslında
sevmiyor kapakları delerek gazoz içmeyi. Sadece bana uyuyor. Ben
tadını çıkara çıkara içmek istiyorum. Kapakları açıp yudumlayarak
içince hemen bitiyor gazoz! Yine de bazen açıyoruz kapakları. O
zaman da içine leblebi atıp çalkalaya çalkalaya içiyoruz. Kendi
gazozumun kapağına iki, onunkine üç delik açıyorum. Elvan gazozları.
''Elvan içelim bir oh diyelim'' diye reklamı çıkıyor televizyonda.
Çok sonraları bir gazetecinin
yazdığı kitapta okumuştum. Elvan gazozları dönemin başbakanı Turgut
Özal'ın büyük projelerinden biriymiş ama tutmamış. Şimdilerde halk
nerdeyse ikiye ayrıldı. Kimi ''Çok büyük adamdı şu Özal'' diyor.
Kimi ise ''Başımıza ne geldi ise onun yüzünden geldi'' diyor. Halkın
kafası karışık.
İnsan ne zaman büyür? İçimden
bir ses, bu soruyu sorduğun zaman, diyor. Değil mi? Bazı sorular
vardır ki, ancak soruyu sorabildiğin zaman, yanıtının aslında o
sorunun kendisi olduğunu anlıyor insan. Büyümüşüm diyor.Büyüdük.
Karneler verilir verilmez
soluğu dükkanda alıyorum. Anneme kalsa ''bir işe girsin meslek
öğrenir''. Babama kalsa, ''benim oğlum okuyacak.'' Babama kalıyor.
Kahvaltı yapar yapmaz fırlıyorum evden. İkindiye kadar Ahmet'e
yardım ediyorum. Laf. Aslında daha çok gazozlar, çukulatalar,
sıcacık ekmek arasına yayılmış peynirler için gidiyorum.
Dükkanın önünde penaltı
çekişiyoruz. Yengem dükkana gelip satılmayan meyveleri soruyor
Ahmet'e. Yengem reçel yapıyor onları. Anneme de gönderiyor bazen
-Yoruldum, diyor Ahmet.
Dükkanın önündeki taburelere oturuyoruz. Ben yine gazoz açacak diye
bekliyorum.Ama Ahmet bu kez pek oralı değil. Yerden bir taş alıp
karşıdaki ağaçta cıvıldaşan kuşlara doğru rasgele fırlatıyorum. Pat
diye bir serçe düştü yere! Şaşkınlıkla koşup avucuma aldım serçeyi.
Yaralıydı serçe. Üzülmüştüm. Belki iyileşir diye eve götürdüm. Evde
köyden bize misafirliğe gelen halam vardı. Yakınlarda evlenecek.
Annemle çeyiz bakmaya gideceklermiş. Halam avucumdaki kuşu görünce
''Sen mi vurdun?'' dedi. Bir şey söylemeye kalmadan avucumdaki
serçeyi alıp, kafasını kopartıverdi. Birkaç dakika içerisinde
tüylerini yolmuş, şişe geçirip, tüpte pişirmeye başlamıştı bile.
-Bak, dedi halam, ''çıtır
çıtır''. Bir parçasını alıp ağzına attığı serçenin kalan kısmını
bana uzattı. Hemen uzaklaştım oradan. Bir daha kuş vurmadım.
Bir insan nasıl büyür? İnsan
büyüdükçe mi farkına varıyor adaletsizliklerin, yoksa büyüdükçe
ortak mı olmaya başlıyor adalet sizliğe? Bilmiyorum. Çocukların
büyüdüğü bir dünyada her şey olabilir.
Dayım dindar birisi. Her cuma
namazını farklı bir camide kılıyor. Sevapmış. Bizim ilçede bir sürü
cami var.Babamı pek sevmiyor. Ara sıra içer babam. Ayrı partilere oy
veriyorlar. Ahmet cuma namazına gidince yengem bakıyor dükkana. Cuma
namazlarını aksatmadan kılıyor Ahmet. Dayıma kalsa namaza da
başlaması gerek ama şimdilik savsaklıyor Ahmet. ''Sabahın köründe
kim kalkacak'' diyor. Yengem bir şey söylemeden dükkanın içine
geçiyor. Ahmet bana,
-Hadi birlikte gidelim namaza,
diyor.
-Ben yalnız Sübhaneke, Fatiha,
bir de Ettehiyatü biliyorum. Namaz kabul olur mu ki?
-Sadece besmele çeksen bile
kabul olur namazın.
Camiye doğru yola koyuluyoruz.
Geçen yıldı sanırım. Cuma namazında dükkanı bana bırakmıştı Ahmet.
Yengemin işi varmış. Ne kadar sevinmiştim. Üç tane çukulata yemiş,
sonra da '' Allah'ım affet'' demiştim. Dükkandaki malların hepsinin
fiyatını biliyorum. Yalnızca kime veresiye verilecek kime
verilmeyecek onları bilmiyorum. O yüzden Ahmet, kısa süreliğine de
olsa dükk anı bana bıraktığı zaman, ''kimseye veresiye verme''
diyor.
İnsanın çocukluğu kocaman. Biz
nasıl sığdırdık bu küçük dükkana? Benim küçük bir parçası olmaktan
mutluluk duyduğum bu dükkan şimdi Ahmet'in bütün bir yaşamıydı.
''Hadi ekmek almaya gidelim''
diyor Ahmet. Evden yengemi çağırıyor. Ekmek erken bitince biz gidip
getiriyoruz fırından. Yengemin gelmesini beklemeden fırına doğru
yola koyuluyoruz. Ben dönüşte sıcacık somunun arasına peynir koyup
yiyeceğimiz anı düşünüyorum. Yolda, ''Bıktım bu dükkandan'' diyor
Ahmet. ''Keşke okullar açılsa.'' Okullar açılınca dayım duruyor
dükkanda. ''Hale git, toptancıya git, fırına git'' diye ekliyor.
''Ders çalışmaktan iyidir'' diyorum. Gülüyor. ''Ben de polis
olacağım'' diyor. Fırına geliyoruz. Yeni çıkmış somunları ekmek
kasasına doldururken fırıncı ''Kaç ekmek?'' diyor. ''Kırk.'' Fırıncı
elindeki deftere yazıyor. Bir ucundan o tutuyor, diğer ucundan ben.
Dükkana geliyoruz. Ahmet ekmekleri yerleştirip üzerini boş şeker
çuvallarıyla örtüyor. Bir ekmek alıp ikiye bölüyor. Peynirli
ekmeklerimiz hazır. Yerken dayım geliyor. Bir gün bir şey diyecek
diye ödüm kopuyor. Ama şimdiye dek bir şey demedi. Toptancıya
gitmiş. Kendi kendine söylenip duruyor. Ahmet'e, şekere gene zam
geldiğini, kaç liradan satması gerektiğini söyleyip gidiyor. Ahmet,
'' Asıl parayı bu toptancılar kazanıyor. Dükkanları tıklım tıklım
mal dolu. Bir zam geliyor. Malı durduk yerde değerleniyor'' diyor.
Düşünüyorum da biz Ahmet'le hiç
kavga etmedik. Ahmet zaten sessiz bir çocuktu. Ben de pek kavgacı
sayılmazdım. Zaten ortaokuldan sonra pek görüşmez olduk. Ben
ortaokuldan sonra fen lisesini kazandım. Annemin orada nasıl
geçiniriz diye söylenip durmasına rağmen babam müstahdemlik
kadrosunu şehre aldırınca ailecek şehre taşındık. Sadece yazları
birkaç günlüğüne geliyorduk ilçeye. Ben yine vaktimin tamamını
Ahmet'in yanında geçiriyordum. Ama artık eskisi gibi değildik. Bana,
''Sen çok değişmişsin şehirli çocuğu olmuşsun'' dedi geçenlerde.
Artık ilçeye gitsek bile daha az uğruyordum Ahmet'in yanına. Ahmet,
imam hatibi bitirdikten sonra, ne polislik sınavlarını kazanabildi
ne de bir yere memur olarak girebildi. Artık dükkan onundu. Liseyi
bitirdiğim yaz bizimkiler yeniden ilçeye taşındılar. Bir yandan
üniversiteye gidiyor bir yandan da Çalışıyordum. Üniversiteyi
bitirene kadar gitmedim ilçeye. Babamlar birkaç kez yanıma geldi.
Üniversiteden iki arkadaşla beraber bir şirket kurduk.Şimdilik iyi
para kazanıyoruz.
Uzun zamandan sonra yeniden
ilçedeyim. Annemler evi toparlıyorlar. İstanbul 'a taşınıyoruz.
Ahmet'in yanına uğruyorum. Belki de bu son görüşmemiz olacak.
-Nasıl gidiyor işler,
diyorum.
-Bildiğin gibi, diyor. Hafifçe
gülüşüyoruz. Bildiğim gibi işte. Raflara bakıyorum. Çeşitler azalmış
mı değişmiş mi karar veremiyorum. Ekliyor:
-Belki görmüşsündür. Büyük bir market açıldı. İşler kırıldı
biraz. Daha ucuza satıyorlar. Millet de, peşin olunca marketten,
veresiye olunca bizden alışveriş yapıyor.
Ahmet'in eşi çay getiriyor evden. Yine gazoz içsek,
çukulata yesek olmaz mı? Çocuklarını soruyorum Ahmet'e ''Ellerinden
öper ikisi de iyi'' diyor. Yaa... Artık elimiz bile öpülüyor.
Büyüdük. Yeniden raflara dönüyorum. O iki adamın çerçevelenmiş resmi
biraz eskimiş de olsa hala duruyor yerinde. Biri peşin satan. Keyfi
gıcır. Takım kıyafet. Ayak ayak üstünde, eller ensede birleşmiş.
Diğeri veresiye satan. Perişan. Saçını yoluyor. Resmin hemen
altındaki rafta artık ataşların bile zor zaptettiği kalın veresiye
defteri müşterilerin bir sicil dosyası gibi duruyor. Birkaç şey daha
söylemek istiyorum. Olmuyor. Bildiğim gibi işte. Vedalaşıyoruz.
|