Çerçi Hıdır (Mümtaz Başkaya)
 

Gireniz Çayı, dağların en yüksek tepelerinden vadinin aşağısına doğru kıvrım kıvrım akar, oz  bulamk sularıyla ilkbahar aylarında karların erimesi ile coştukça coşardı. 

        Bizim köy, bu  derenin en başında, vadinin en yükseğindeydi. Burada, dünyadan ayrı gibiydik.. Hani, kuş  uçmaz kervan geçmez türünden... Hiç arayanımız, soranımız yoktu. İlçenin de hayli  uzağındaydık. Hele hele, kış aylarında yoğun kar yağışı nedeniyle yollarımız kapanıyor, o zaman yaşam şartlarımız iyice zorlaşıyordu.  

        Köyde okulumuz yoktu. Aşağı köyde  tek öğretmenli,birleştirilmiş bir okul vardı. Bütün çevrenin çocukları bu köye iniyordu.  Ancak, bizim köyün çocukları olan bizler, kış geldi miydi yolların kapanması ile aşağı köye  inemezdik. Bu yüzden eğitimimiz de aksardı. Okula gidemediğimiz kış günlerinde evimizde  ocağın karşısına oturur, birbirimize bilmeceler sorar, oyunlar oynardık. Bazı geceler ninem  bize masal anlatırdı. 

      Bütün çocuklar, cuma gününü iple çekerdik. Hepimizin gözü o gün dere  yolundaydı. Yalnız bizim mi? Hayır, köydeki herkesin. Özellikle çeyizlerini hazırlayan genç kızlar, onun yolunu gözlerlerdi... Ancak, Çerçi Hıdır'ı daha çok biz çocuklar sabırsızlıkla beklerdik. Çünkü, her  hafta köyümüze, kuyu başına  geldiğinde, önce biz çocuklara şeker dağıtırdı. Hani, o cam gibi şekerlerden... Bize dağıttığı şekerleri ağzımıza attık mıydı, tadına doyamazdık. Çerçi Hıdır, her zaman biz  çocukları hiç unutmazdı. Hazırladığı şekerleri, özenle çıkarır, biz çocuklara dağıtırdı.  Eşeğinin üzerine astığı çan sesleri tüm vadide yankılanırdı. Biz onun gelişini tüm vadiyi  kaplayan çan seslerinden anlar, köydeki diğer çocuklara haber verirdik. Onu sevinçle  karşılardık. Biz çocuklar, Çerçi Hıdır'ı çok severdik. 0 da bizi çok severdi.  

      Çan seslerini  duyan köylüler de, hemen köy meydanında toplanırlar ve onda bulunabilecek şeylerle  ihtiyaçlarını satın alırlardı.  

      Size öncelikle, Çerçi Hıdır'ı anlatmalıyım. 0, ''Garip'' adını  verdiği eşeği ile çerçicilik yapardı. Eşeğinin her iki yanına astığı sepetlerde, iğneden ipliğe her sey bulunurdu. İncik boncuklar, çengelli iğneler, yumaklar, ipler, kil, kemik taraklar.. kına,  sabun... Daha aklınıza ne gelirse...Çeyizlerini hazırlayan genç kızlar aradıklarını bulamazlarsa, Çerçi Hıdır onların istediklerini hiç unutmadan, bir dahaki gelişinde tek tek getirirdi.  

       0, babamın en iyi arkadaşıydı. Askerliklerini beraber yapmışlar. Babam da bizler gibi, onun  yolunu gözler dururdu. Ona, her köye gelişinde, ''Getirdin mi, benim garip öldüreni ?'' derdi.  0 da, getirdiği sigarayı her uzatışında babama, ''İçme şu mereti be Ali'' derdi. Anam da,  çamaşır yıkamak için kullandığı kil kalmadığında, babamın arkasından, ''Sahanda kil  kalmamış... Çerçi Hıdır'a söyle de getiriversin'' diye seslenirdi.  

       Çerçi Hıdır, ilerlemiş yaşına  rağmen hayli dinçti. İri  yarı bir cüssesi vardı. Pek konuşkan biri sayılmazdı. Kendinden  pek konu etmezdi. Gizemli bir hali vardı. Kimi zaman, aşağıdan yukarıya doğru vadi İçinden gelirken, dağlarda yankılanan acı türküsünü duyardık. Onun bu acıklı türküsü  eşeğinin çan seslerine karışır giderdi. Biz çocuklar, o zamanlar türküsünden bir şeyler  anlamazdık ama, üzüldüğü bir şeyler olduğunu sezerdik. Demin de dediğim gibi, pek  kendisinden bahsetmezdi. Ancak, bir gece köyünde evinin yanmış olduğunu, iki küçük  çocuğunun o yangında dumandan zehirlenip öldüğünü duymuştuk. Sanırım, çocuklara  duyduğu sevgi bu yürek yarasındandı.

       Beni, ölen çocuklarına benzetiyormuş. Yaşasalarmış,aşağı yukarı ben yaşta olacaklarmış. Bize her geldiğinde, benimle ayrıca  ilgilenirdi. Zaman zaman, benimle ilgilenirken gözleri dolardı. Başımı her okşayışında, onun  çocuklarına duyduğu özlemi hisseder gibi olurdum. Ocağın yanına oturduğunda, her zaman  beni de yanına çağırırdı ve benimle oyunlar oynardı. Bir gün, hiç unutmam, ''Gözlerini  kapat, Ali.'' dedi. Gözlerimi açtığımda, arkasına gizlemiş olduğu oyuncağı, kucağıma bırakmış olduğunu gördüm. Bilseniz, o zaman ne çok sevinmiştim. O güne kadar, hiç öyle bir  oyuncağım olmamıştı. O tahta oyuncağı benim için yapmış. Uzun bir sopaya iki teker yapmış  ve tekerler döndükçe birbirine vuran kanatlar takmış. Tekerler yürüdükçe, bu kanatlar birbirine çarpıp ''şak, şak!'' diye sesler çıkarırdı. Bu oyuncağı çok  güzel renklere de boyamış. O tahta oyuncağı köyün tozlu yollarında oynadığımı ve bütün  köyün çocuklarının bana imrenerek baktığını hisseder, çocukça bir mutluluk duyardım.  

        Çerçi  Hıdır, babamla çok iyi arkadaş olduğundan, sürekli bizim evimizde konuk olurdu. Bazı  geceler, ocağın başında uzun uzun sohbet ederlerdi. Bazen, yanında taşıdığı sazı ile acı acı  türküler söylerdi. Şimdi anımsarım da, hep ayrılık derdi, ölüm derdi. Sonra,  dayanamamaktan, acısının yüreğini dağladığından söz eder, ağlardı. Onun acı türküsünü  duyan herkes de ağlardı. Babam kolay koIay ağlamadığı halde, bazen onun bile gözyaşı  döktüğünü görürdüm. O sıralar, nedenini bilmesem bile, herkesin ağladığını görünce ben de  ağlardım. O çocukluk günlerimde Çerçi Hıdır'ın türkülerinin acı sözleri zihnime iyice yer etmiş olmalı ki, şu an bir tanesnin sözleri aklıma geliverdi… 

         ''Beni yaktın  kavurdun

          Duman olup savurdun

          Mevlam nettim  neyledim

          Koydun beni yavrusuz. ,,  

         Oyle içli, öyle acıklı  söylerdi ki, sazının sesini duyan komşular da onu dinlemek üzere bize gelirlerdi. Biz çocuklar da karşısına geçer otururduk Ama, gürültü yaptığımız için olmalı, sık sık da  uyarı alırdık. Babam, onun her sazı eline alışında, '' Aşık Hıdır gardaş,  aman yüce dağ başında bir top kar idim türküsünü de bir deyiver'' derdi. Bu türküyü duyan  babamın iyice duygulandığını görürdüm.  

         Bazen, Çerçi Hıdır saz çalmayı bırakır, memlekette neler olup bittiğini anlatırdı. O sıralar, köyümüzde daha radyo bile yoktu. Zaten, elektriğe  depremden sonra taşındığımız yeni yerimizde kavuşmuştuk. Gazete ise pek gelmezdi. O  yüzden, dünya ile ilişkimiz pek yok gibiydi. Çerçi Hıdır, köyümüze her geldiğinde, ülkede  neler olup bittiğini uzun uzun anlatırdı. Bu yüzden, onun yolunu tüm köyün yaşlıları dört  gözle beklerdi. Çerçi Hıdır 'ın anlattığı haberler, o gittikten sonra bile, ocak başlarında uzun  süre anlatılırdı. Ta ki, yeni haberler alınıncaya kadar. Ayrıca, yakın köylerde ne olmuş,  ne bitmiş hep ondan  öğrenirdik. Bazen biz çocuklara bulabildiği gazeteleri getirirdi. Biz  de o gazeteleri çat pat okurduk. Sanırım, pek  de bir şey anlamazdık. Ama, yine de okur,  resimlerine bakardık. Babam hiç bıkmadan bana o gazeteleri sık sık okuturdu. Her  seferinde sanki ilk kez dinliyormuş gibi ya-pardı. Yanlış okuduğumda, kendisi hemen  doğrusunu söyler, düzeltirdi. 

          Bize konuk olduğu zamanlar, babamla aralarındaki konuşmalara  kulak misafiri olurdum. Aslında hiç anlamadığım halde, onları iyice dinlerdim. Ara sıra; tek  parti, İsmet Paşa, Demirkırat gibi sözler duyardım. Babam, İsmet Paşayı çok yakından  görmüş. Sık sık onunla ilgili anılarını anlatırdı. 

          Kış, o yıl yine çok çetin geçiyordu.  Hiç kimse doğru dürüst evinden dışarıya çıkamıyordu. Kar yollan iyice kapamıştı. Çerçi  Hıdır, köyümüze en zor şartlarda, karda kışta çıkar gelirdi. Bir gün, yine çok kar yağdı. O gün de,yine bir cuma günüydü. Babam pencereden havaya bakıp, ''Bizim çerçi, bu gün bir delilik  yapıp yola çıkmamış olsa'' diye hayıflanmıştı... Ocağın karşısında oturduğu yerde  oturamıyor, dışarıya çıkıp vadinin aşağılarını görmeye çalışıyordu. Ancak, bu soğuk ve  fırtınalı havada iki adım ilerisini görmek olası değildi. Babam, hayli telaşlanmıştı. Çünkü,  geçen geldiğinde, babama, ''Haftaya görüşürüz'' demişti. Çerçi Hıdır'ın dediğini yapar bir kişi  olduğunu biliyordu. Çoğu zaman, geçmiş yıllarda en olmadık havalarda onu karşılarında  bulmuşlardı. Bir keresinde onu donmaktan zor kurtarmışlardı. O gün ve daha sonraki günler Çerçi Hıdır'dan bir ses çıkmadı. Aradan yaklaşık on beş, yirmi gün geçti. Artık, yollar  açılmaya, köylüler dışarıya çıkmaya başladı. Aşağı köylüler, Çerçi Hıdır'dan bir haber  alabilmek için bizim köye birini göndermişlerdi. Gelen köylü, doğrudan bizim evi buldu.  Babam, onu görünce daha çok telaşlandı. Sanırım, Çerçi Hıdır'ın o köylerin birinde  olabileceği umudunu taşıyordu. Başta babam olmak üzere, bütün köylüler hemen aramaya  çıktılar. Vadinin yukarılarına doğru aradılar. Ancak, havanın soğuk olmasından ötürü uzun  süreli araştırma yapamıyorlardı. Çerçi Hıdır'ın kaybolmuş olduğu tüm vadi boyunca, bütün  köylerde duyuldu. Köylüler, her tarafta gece  gündüz aradılar. Ancak, tüm aramalara  rağmen bulunamıyordu. Kimi zaman, bütün köylüler gruplara ayrılıp gece gündüz aradılar.  Diğer köylüler de zaman zaman bu aramalara katıldı. Ancak, aradıkları her günün sonunda,  bulamadan geri döndüler. Tek çarenin karların erimesi olduğuna karar verildi. Yapacak  başka bir şey olmadığından,aramalara ara verildi.  

          Günler sonra, karların iyice erimesi ile  Çerçi Hıdır'ın  ölüsüne rastlanıldı. Hemen yanında, eşeğinin de ölüsü bulundu. Sonradan  öyle anlaşıldı ki, o tipili günde eşeği ile beraber uçuruma yuvarlanmış ve orada donmuş  kalmış. Herkes, onun ölümüne çok üzüldü. Hele biz çocuklar...Artık, bize şeker  veremeyecekti. Babam, üzüntüden günlerce yemeden içmeden kesildi. Yataklara düştü. Ben  şimdi bile, arkadaşa böyle bir bağlılık görmedim. Aradan yıllar geçtikten sonra bile,  babamın kahırlandığını, gözleri dolarak ''Hey benim koca Hıdır'ım'' dediğini, halen daha anımsarım.  

          Çerçi Hıdır, yuvarlanmış olduğu uçurumun kenarına gömüldü. İçinden derenin  geçtiği bu yere ''Rüzgarlı Tepe'' denirdi. Ancak, onun mezarından sonra, buraya ''Çerçi  Hıdır  Tepesi'' denildi. Bugün o olay unutulmuş olsa bile, o yer yine bu adla anılıyor.

 
 
 
Türkiye  Bakkallar  ve  Bayiler  Federasyonu
Talatpaşa Bulvarı No: 136 / 10   Cebeci  ANKARA
Tel: 0312 - 3196150     Faks: 0312 - 3196158
info@tbbf.org.tr