Gireniz
Çayı, dağların en yüksek tepelerinden vadinin aşağısına doğru kıvrım
kıvrım akar, oz bulamk sularıyla ilkbahar aylarında karların
erimesi ile coştukça coşardı.
Bizim köy, bu derenin en başında, vadinin en yükseğindeydi. Burada,
dünyadan ayrı gibiydik.. Hani, kuş uçmaz kervan geçmez türünden...
Hiç arayanımız, soranımız yoktu. İlçenin de hayli uzağındaydık.
Hele hele, kış aylarında yoğun kar yağışı nedeniyle yollarımız
kapanıyor, o zaman yaşam şartlarımız iyice zorlaşıyordu.
Köyde okulumuz yoktu. Aşağı köyde tek öğretmenli,birleştirilmiş bir
okul vardı. Bütün çevrenin çocukları bu köye iniyordu. Ancak, bizim
köyün çocukları olan bizler, kış geldi miydi yolların kapanması ile
aşağı köye inemezdik. Bu yüzden eğitimimiz de aksardı. Okula
gidemediğimiz kış günlerinde evimizde ocağın karşısına oturur,
birbirimize bilmeceler sorar, oyunlar oynardık. Bazı geceler ninem
bize masal anlatırdı.
Bütün çocuklar, cuma gününü iple çekerdik. Hepimizin gözü o gün
dere yolundaydı. Yalnız bizim mi? Hayır, köydeki herkesin.
Özellikle çeyizlerini hazırlayan genç kızlar, onun yolunu
gözlerlerdi... Ancak, Çerçi Hıdır'ı daha çok biz çocuklar
sabırsızlıkla beklerdik. Çünkü, her hafta köyümüze, kuyu başına
geldiğinde, önce biz çocuklara şeker dağıtırdı. Hani, o cam gibi
şekerlerden... Bize dağıttığı şekerleri ağzımıza attık mıydı, tadına
doyamazdık. Çerçi Hıdır, her zaman biz çocukları hiç unutmazdı.
Hazırladığı şekerleri, özenle çıkarır, biz çocuklara dağıtırdı.
Eşeğinin üzerine astığı çan sesleri tüm vadide yankılanırdı. Biz
onun gelişini tüm vadiyi kaplayan çan seslerinden anlar, köydeki
diğer çocuklara haber verirdik. Onu sevinçle karşılardık. Biz
çocuklar, Çerçi Hıdır'ı çok severdik. 0 da bizi çok severdi.
Çan
seslerini duyan köylüler de, hemen köy meydanında toplanırlar ve
onda bulunabilecek şeylerle ihtiyaçlarını satın alırlardı.
Size öncelikle, Çerçi Hıdır'ı anlatmalıyım. 0, ''Garip'' adını
verdiği eşeği ile çerçicilik yapardı. Eşeğinin her iki yanına astığı
sepetlerde, iğneden ipliğe her sey bulunurdu. İncik boncuklar,
çengelli iğneler, yumaklar, ipler, kil, kemik taraklar.. kına,
sabun... Daha aklınıza ne gelirse...Çeyizlerini hazırlayan genç
kızlar aradıklarını bulamazlarsa, Çerçi Hıdır onların istediklerini
hiç unutmadan, bir dahaki gelişinde tek tek getirirdi.
0,
babamın en iyi arkadaşıydı. Askerliklerini beraber yapmışlar. Babam
da bizler gibi, onun yolunu gözler dururdu. Ona, her köye
gelişinde, ''Getirdin mi, benim garip öldüreni ?'' derdi. 0 da,
getirdiği sigarayı her uzatışında babama, ''İçme şu mereti be Ali''
derdi. Anam da, çamaşır yıkamak için kullandığı kil kalmadığında,
babamın arkasından, ''Sahanda kil kalmamış... Çerçi Hıdır'a söyle
de getiriversin'' diye seslenirdi.
Çerçi Hıdır, ilerlemiş yaşına rağmen hayli dinçti. İri yarı bir
cüssesi vardı. Pek konuşkan biri sayılmazdı. Kendinden pek konu
etmezdi. Gizemli bir hali vardı. Kimi zaman, aşağıdan yukarıya doğru
vadi İçinden gelirken, dağlarda yankılanan acı türküsünü duyardık.
Onun bu acıklı türküsü eşeğinin çan seslerine karışır giderdi. Biz
çocuklar, o zamanlar türküsünden bir şeyler anlamazdık ama,
üzüldüğü bir şeyler olduğunu sezerdik. Demin de dediğim gibi, pek
kendisinden bahsetmezdi. Ancak, bir gece köyünde evinin yanmış
olduğunu, iki küçük çocuğunun o yangında dumandan zehirlenip
öldüğünü duymuştuk. Sanırım, çocuklara duyduğu sevgi bu yürek
yarasındandı.
Beni, ölen çocuklarına benzetiyormuş. Yaşasalarmış,aşağı yukarı ben
yaşta olacaklarmış. Bize her geldiğinde, benimle ayrıca
ilgilenirdi. Zaman zaman, benimle ilgilenirken gözleri dolardı.
Başımı her okşayışında, onun çocuklarına duyduğu özlemi hisseder
gibi olurdum. Ocağın yanına oturduğunda, her zaman beni de yanına
çağırırdı ve benimle oyunlar oynardı. Bir gün, hiç unutmam,
''Gözlerini kapat, Ali.'' dedi. Gözlerimi açtığımda, arkasına
gizlemiş olduğu oyuncağı, kucağıma bırakmış olduğunu gördüm.
Bilseniz, o zaman ne çok sevinmiştim. O güne kadar, hiç öyle bir
oyuncağım olmamıştı. O tahta oyuncağı benim için yapmış. Uzun bir
sopaya iki teker yapmış ve tekerler döndükçe birbirine vuran
kanatlar takmış. Tekerler yürüdükçe, bu kanatlar birbirine çarpıp
''şak, şak!'' diye sesler çıkarırdı. Bu oyuncağı çok güzel renklere
de boyamış. O tahta oyuncağı köyün tozlu yollarında oynadığımı ve
bütün köyün çocuklarının bana imrenerek baktığını hisseder, çocukça
bir mutluluk duyardım.
Çerçi Hıdır, babamla çok iyi arkadaş olduğundan, sürekli bizim
evimizde konuk olurdu. Bazı geceler, ocağın başında uzun uzun
sohbet ederlerdi. Bazen, yanında taşıdığı sazı ile acı acı türküler
söylerdi. Şimdi anımsarım da, hep ayrılık derdi, ölüm derdi. Sonra,
dayanamamaktan, acısının yüreğini dağladığından söz eder, ağlardı.
Onun acı türküsünü duyan herkes de ağlardı. Babam kolay koIay
ağlamadığı halde, bazen onun bile gözyaşı döktüğünü görürdüm. O
sıralar, nedenini bilmesem bile, herkesin ağladığını görünce ben de
ağlardım. O çocukluk günlerimde Çerçi Hıdır'ın türkülerinin acı
sözleri zihnime iyice yer etmiş olmalı ki, şu an bir tanesnin
sözleri aklıma geliverdi…
''Beni yaktın kavurdun
Duman olup savurdun
Mevlam nettim neyledim
Koydun beni yavrusuz. ,,
Oyle içli, öyle acıklı söylerdi ki, sazının sesini duyan komşular
da onu dinlemek üzere bize gelirlerdi. Biz çocuklar da karşısına
geçer otururduk Ama, gürültü yaptığımız için olmalı, sık sık da
uyarı alırdık. Babam, onun her sazı eline alışında, '' Aşık Hıdır
gardaş, aman yüce dağ başında bir top kar idim türküsünü de bir
deyiver'' derdi. Bu türküyü duyan babamın iyice duygulandığını
görürdüm.
Bazen, Çerçi Hıdır saz çalmayı bırakır, memlekette neler olup
bittiğini anlatırdı. O sıralar, köyümüzde daha radyo bile yoktu.
Zaten, elektriğe depremden sonra taşındığımız yeni yerimizde
kavuşmuştuk. Gazete ise pek gelmezdi. O yüzden, dünya ile ilişkimiz
pek yok gibiydi. Çerçi Hıdır, köyümüze her geldiğinde, ülkede neler
olup bittiğini uzun uzun anlatırdı. Bu yüzden, onun yolunu tüm köyün
yaşlıları dört gözle beklerdi. Çerçi Hıdır 'ın anlattığı haberler,
o gittikten sonra bile, ocak başlarında uzun süre anlatılırdı. Ta
ki, yeni haberler alınıncaya kadar. Ayrıca, yakın köylerde ne
olmuş, ne bitmiş hep ondan öğrenirdik. Bazen biz çocuklara
bulabildiği gazeteleri getirirdi. Biz de o gazeteleri çat pat
okurduk. Sanırım, pek de bir şey anlamazdık. Ama, yine de okur,
resimlerine bakardık. Babam hiç bıkmadan bana o gazeteleri sık sık
okuturdu. Her seferinde sanki ilk kez dinliyormuş gibi ya-pardı.
Yanlış okuduğumda, kendisi hemen doğrusunu söyler, düzeltirdi.
Bize konuk olduğu zamanlar, babamla aralarındaki konuşmalara kulak
misafiri olurdum. Aslında hiç anlamadığım halde, onları iyice
dinlerdim. Ara sıra; tek parti, İsmet Paşa, Demirkırat gibi sözler
duyardım. Babam, İsmet Paşayı çok yakından görmüş. Sık sık onunla
ilgili anılarını anlatırdı.
Kış, o yıl yine çok çetin geçiyordu. Hiç kimse doğru dürüst evinden
dışarıya çıkamıyordu. Kar yollan iyice kapamıştı. Çerçi Hıdır,
köyümüze en zor şartlarda, karda kışta çıkar gelirdi. Bir gün, yine
çok kar yağdı. O gün de,yine bir cuma günüydü. Babam pencereden
havaya bakıp, ''Bizim çerçi, bu gün bir delilik yapıp yola çıkmamış
olsa'' diye hayıflanmıştı... Ocağın karşısında oturduğu yerde
oturamıyor, dışarıya çıkıp vadinin aşağılarını görmeye çalışıyordu.
Ancak, bu soğuk ve fırtınalı havada iki adım ilerisini görmek olası
değildi. Babam, hayli telaşlanmıştı. Çünkü, geçen geldiğinde,
babama, ''Haftaya görüşürüz'' demişti. Çerçi Hıdır'ın dediğini yapar
bir kişi olduğunu biliyordu. Çoğu zaman, geçmiş yıllarda en olmadık
havalarda onu karşılarında bulmuşlardı. Bir keresinde onu donmaktan
zor kurtarmışlardı. O gün ve daha sonraki günler Çerçi Hıdır'dan bir
ses çıkmadı. Aradan yaklaşık on beş, yirmi gün geçti. Artık, yollar
açılmaya, köylüler dışarıya çıkmaya başladı. Aşağı köylüler, Çerçi
Hıdır'dan bir haber alabilmek için bizim köye birini
göndermişlerdi. Gelen köylü, doğrudan bizim evi buldu. Babam, onu
görünce daha çok telaşlandı. Sanırım, Çerçi Hıdır'ın o köylerin
birinde olabileceği umudunu taşıyordu. Başta babam olmak üzere,
bütün köylüler hemen aramaya çıktılar. Vadinin yukarılarına doğru
aradılar. Ancak, havanın soğuk olmasından ötürü uzun süreli
araştırma yapamıyorlardı. Çerçi Hıdır'ın kaybolmuş olduğu tüm vadi
boyunca, bütün köylerde duyuldu. Köylüler, her tarafta gece gündüz
aradılar. Ancak, tüm aramalara rağmen bulunamıyordu. Kimi zaman,
bütün köylüler gruplara ayrılıp gece gündüz aradılar. Diğer
köylüler de zaman zaman bu aramalara katıldı. Ancak, aradıkları her
günün sonunda, bulamadan geri döndüler. Tek çarenin karların
erimesi olduğuna karar verildi. Yapacak başka bir şey
olmadığından,aramalara ara verildi.
Günler sonra, karların iyice erimesi ile Çerçi Hıdır'ın ölüsüne
rastlanıldı. Hemen yanında, eşeğinin de ölüsü bulundu. Sonradan
öyle anlaşıldı ki, o tipili günde eşeği ile beraber uçuruma
yuvarlanmış ve orada donmuş kalmış. Herkes, onun ölümüne çok
üzüldü. Hele biz çocuklar...Artık, bize şeker veremeyecekti. Babam,
üzüntüden günlerce yemeden içmeden kesildi. Yataklara düştü. Ben
şimdi bile, arkadaşa böyle bir bağlılık görmedim. Aradan yıllar
geçtikten sonra bile, babamın kahırlandığını, gözleri dolarak ''Hey
benim koca Hıdır'ım'' dediğini, halen daha anımsarım.
Çerçi Hıdır, yuvarlanmış olduğu uçurumun kenarına gömüldü. İçinden
derenin geçtiği bu yere ''Rüzgarlı Tepe'' denirdi. Ancak, onun
mezarından sonra, buraya ''Çerçi Hıdır Tepesi'' denildi. Bugün o
olay unutulmuş olsa bile, o yer yine bu adla anılıyor. |