...Bıkmıştı! Oturduğu bankın üzerinde, sanki o bank onun
üzerindeymişçesine, bitkindi.İçinde çaresizliğinin
pekiştirdiği bir öfke duyuyordu. Denilebilir ki o bahar
gününün, karanlık bir kış gününde kalmış tek kişisiydi Sabit
Bey. Yüzü, öyle somurtkan ve öyle karmakarışıktı.
Cebinden dört adet çek çıkardı. Uzun uzun fakat anlamsız
baktı bir süre. Yırtıp atmak istedi; yapamadı. Çaresizliğine
mecbur olmanın iç sıkıntısını hissetti bütün ağırlığıyla.
Bunlar, Sabit Güloğlu adına yazılmış çeklerdi. Üçü, aynı
şirketçe düzenlenmişti; birisi, Sabit Bey'in yakın bir iş
ahbabınca. Fakat dördü de karşılıksız çıkmıştı. Bu orta
yaşın üzerinde fakat basbayağı yaşlı görünümlü adam,
saatlerdir banka banka kendisine çare arıyordu. Bulamamıştı.
Günlerdir de bulamıyordu.
Sabit Güloğlu, sonradan
Ankaralı bir ailenin küçük oğluydu. Anne-babası, yıllar önce
ölmüş uzun süren miras kavgasından kendine düşenle Yüzüncü
Yıl'da orta büyüklükte bir bakkal dükkanı açmıştı. Derme
çatma evi de dükkanına yakın bir yerdeydi. Yıllar yılı
kendini geçindiren bakkaliyesi, şu sıra hüküm süren alım
güçsüzlüğü ve hiper şaşaalı marketlerin açılması ile epey
bir işlemez olmuştu. Veresiye hesapları olmasa ayakta
durabileceği de yoktu zaten.
Fakat bu sıralar onu
düşündüren, ayrıydı. Gürbaturlar A.Ş. adında bir şirket,
kendinden ve aynı bölgede bulunan birkaç marketten bir süre
öncesine kadar yüklüce alışverişler yapmıştı. bu büyük
alımların karşılığı olarak verilen çekler, ilk üç ay dolu
çıkmış; Sabit Bey ve diğerleri memnun kalmışlardı. Bu
sıkıntılı günlerinde, özellikle vergi dönemine denk gelen
bir zamanda bu ödemeler onları rahatlatmıştı. Ancak
kendilerine verilen son üç çek, karşılıksız çıkmıştı.
Çabalar boşa çıkıyordu, çünkü bu şirketin yalnızca
kayıtlarda adı geçiyordu. Gerçekte ise yoktu. Sabit Bey'in
bunlara ek olarak, mamafih bunlar kadar ehemmiyetli olmasa
da, bir karşılıksız çeki daha vardı.
Düşünceli gözlerle oturan
Sabit Bey,bir güvercinin oturduğu bankın üzerine konmasıyla
bir an şaşırdı ve kendine geldi. Biraz ilerisinde yem satan
yaşlı kadından bir avuçluk aldı. Saçtığı yemlere
güvercinlerin üşüşmesini,şefkatli gözlerle izledi. Sonra
yerinden kalktı ve yalnızca yürüdü...
Delikanlı, sınıfa yine
geç girmenin mahcupluğuyla hocasına selam verdi. Arkalardan
bir sıraya gizlenir gibi oturdu. Bu sırada onu izleyen
gözlerden bir çift, diğerlerinden daha parlaktı.
Dersin sonlarına doğru
önündeki kız, dersi dinler gibi yapmakta olan delikanlıya
bir kağıt parçası uzattı. Kağıtta, ''Çıkışta mutlaka beni
bekle. Söyleyeceklerim var. Seni seviyorum. Mel.''
yazılıydı. Delikanlı bunu da sıranın altına atıverdi,
kendini pek de belli etmeyen bir ilgisizlikle.
Kantinde kuytu bir yere
geçtiler. Kız delikanlının ellerini sımsıkı tutarak;
''Haftaya cumartesi akşamı bizim evde nişanı yapıyoruz. Bak,
yüzükleri aldım bile.'' dedi ve yüzükleri gösterdi. Sonra
dikkatlice bakmasını istedi delikanlıdan. Yüzüklerin iç
yanlarındaki adları gösterdi sabırsızlıkla. Birisinde
Melisa, diğerinde Emin yazmaktaydı.Yüzüklere bakarken
sevinçten gözleri o kadar parlıyordu ki kızın, karşısındaki
gözlerin solgunluğunu fark ettirmiyordu bu, ona. Delikanlı,
yüzükleri montunun cebine koydu. Gözlerindeki solgunluğu,
yüzünde oluşturmaya uğraştığı gülümsemeyle örtmeye
çalıştı.Galiba başardı da.
Akşama doğru kalktılar.
Delikanlı, ''MELİSA” plakalı spor arabanın arkasından el
sallarken içinde kendini kemiren sorgulamaların güneşle
birlikte batmasını diliyordu aynı zamanda. Çünkü Melisa,
güzel bir kızdı. Onu henüz sevmiyor oluşu, ileride mutlaka
sevmiyor olacağı anlamına gelemezdi. ''Hem; hem; çevreleri
oldukça geniş ve zengin bir ailesi var.'' diye geçiriyordu
aklından otobüs durağına yürürken. Otobüsteki sıkışık ve
sıkıntılı yolculuğu boyunca da böyle yapmanın, babası her ne
kadar ona kararında yüreğinin sözünü dinlemesini
öğütlemişse de, akıllıca olacağını ve üstelik ahlaksızca da
olmayacağını savundu kendine karşı. Böylece hem ''ileride''
mutlu ola-bileceği bir evliliği hem de babasının işlerinin
düzelebilesi için gerekli maddi ve manevi desteği vereceğini
kendisine tembihlemiş bir kayınbabası olacaktı.
Kararından emin fakat
babasına bunu nişan yapıldıktan sonra söylemeyi kafasına
koymuş olarak indi otobüsten. Eve gitmeden babasına uğradı.
Konuştular bir süre.Sonra birlikte yürüdüler eve kadar.
İştahsız bir yemekten sonra odasına çekildi. Kafasında o
cumartesinin kendisine (ve ailesine) neler getireceğini
düşünerek uykuya daldı. Aynı günün kendisinden neler
götüreceğini ise tahmin etmeyerek / etmek bile istemeyerek
bu bahsi çabucak sonlandırmıştı.
Yemeğin ardından her
akşam olduğu gibi o akşam da arkadaşlarla sohbet etmek için
evden çıktı Sabit Bey. Kahvede bir iki el kağıt oynadı. Her
hafta, sonuçlarını, çıksa şaşardım, diyerek karşıladığı
sayısal lotonun o günkü çekilişinde dört tutturdu. Tam o
anda buruk bir gülümseme belirmişti dudaklarında. On buçuğa
doğru çıktı kahveden.
Yürümeye başladı.
Karanlık ve çamurlu sokaklardan geçti. Otobüs durağına
vardığında kemerini düzeltti. Gelen ilk Ulus otobüsüne
bindi. Neler düşünmesi gerektiğini kendisi de bilmiyordu
galiba. Belki de otobüsün gürültüsünden duyuramıyordu
kendine söylemek istediklerini. Heykel 'de indi. Kale,
rahatlıkla seçilebiliyordu geceye karşın. Çıkılabilecek en
yüksek yerine ulaşmak için sıraladı adımlarını. Tepede ıssız
bir park buldu. Bir banka oturup bir süre Ankara 'yı
gözledi.
Esen rüzgarla bir an
içi ürperdi. Sonra bankın bir yanına pantolonuna
sokuşturduğu dosyayı koydu. Öbür yanına da...
Çakmağını çaktı sigarasını
yakmak için. Fakat rüzgar, sağlığını korumakla
görevlendirmişti kendini sanki.Umursamadı. Derin derin çekti
ilk dumanını.
Etrafına bakındı. Bir
çöp kovası gördü hemen sağında. Çıkardığı dosyayı içine
attı. Dosyada, birikmiş karşılıksız çekler, ödeme emirleri,
borç senetleri, ihbarnameler, dün gelen haciz kararı ve
çaresizliği vardı. Ailesinin içinde bulunduğu durumdan
etkilenmemesi için bütün her şeyini eşi ve büyük oğluna
devretmişti. Bütün resmi işlemlerin ardından birisi ortadan
kaybolmalıydı... Çeklerde, senetlerde, ödeme emirlerinde,
ihbarnamelerde... adı geçenin yok olması gerekliydi... Son
olarak cüzdanını da attı içeri ve ateşe verdi kendini.
Kendince bir
memnuniyetle izledi yok oluşunu. Ateşiyle kendini ısıttı.
Ateşe bir güvercin uçtu geldi. Öbür yanına kondu. Usulca
yanma tünedi kendiyle konuşan bu yaşlı adamın.
0 gün evden '' Akşama
beni beklemeyin. Bir arkadaşın doğum gününü kutlayacağız.''
diyerek çıkmaya hazırlandı. Annesi, kravatını düzeltirken
babasının dalgınlığından söz açacak oldu; yalnızca ''Geçecek...''
diyerek yanıtladı.
Akşam, kızın evine
birlikte arabayla gittiler. Kapıdan girer girmez kızın
babası, gülerek karşıladı çifti. Kızını kucakladı; şöyle bir
çevirdi kollarında. Ardından yemeğe geçtiler salona.
Okuldan, gelecekten, nişandan ve evlilikten konuşuldu
masada. Delikanlı, bu son iki hususta pek sıkılgan davrandı.
Lakin memnuniyetsizliği yoktu; masadakiler de böyle bir
duyguya kapılmadılar.
Dokuz buçuktan sonra akrabalar
ve aile dostları teşrif ettiler. Pek de fazla olmamakla
birlikte bu dostlar, güler yüzlerinin yanında nazik
armağanlarını da getiriyordu genç çifte.
Ayaküstü mutluluklar
dilendi nişan davetçilerine. Hep beraber mutlu olundu. Bir
süre böyle geçti. Sonra kızın babası, yanına kızını ve
''damadı'' alarak yüksek sesli bir toplanış maksadı
konuşması yaptı. Konuşmanın sonunda delikanlının cebinden
çıkarılan yüzükler parmaklara takıldı. Davetliler,
özellikle kızın amcaları alkışlarını da kesmeyerek,
mutluluk nidalarında bulundular. Melisa, o anı yaşamanın
mutluluğunu yüreğine ve yüreğinden taşarak bütün bedeninde
duyuyordu. Emin de, belki aynı sebeple olmasa da -ama hiç
değilse Melisa'yı böyle görmenin sevinciyle- kendini iyi
hissediyordu.
Gecenin sonlarına doğru
kızın babası, Emin 'le ayaküstü bir şeyler konuşuyordu.
Dikkat çekmeyecek bir ortam henüz mevcuttu. Adam, cebinden
çek defterini çıkartırken maddi ve manevi desteğini hiçbir
zaman ''damadı''ndan esirgemeyeceğini belirtti. Bir yaprak
koparıp deIikanlıya uzattı. Sonra dışarıdan bakıldığında
anlamsız bir telaşla elini sıktı delikanlının ve çıkmaya
hazırlanan kardeşlerini uğurlamaya koyuldu.
Delikanlı, önce çeke
baktı; sonra hemen katlayıp çeki demin yüzükleri çıkardığı
cebine koymak üzereyken yüreği, sanki bir güvercinin
korkuyla kanat çırpması gibi birdenbire havalandı! O anda
çek elinden önüne düştü. Kat yerlerinden açıldı. Miktarı
belirtilmemiş bu açık çekin düzenleyen kısmında yazan adsa
Sermet Gürbatur'du... |