Hey Gidi Günler Hey (Funda Şimşek)
 

Sağ elini şakağına dayamış, çok eskilere uzanan düşünceleriyle geçmişe yolculuk yapıyordu. Yüzünün güldüğü, huzurun gözlerinden okunduğu, mutlu anlarının pıtrak gibi çok olduğu günlere. 

         -Hanım ben bir su dökeyim geleyim. Hazır kimse yokken! 

         -Tamam. Ama çabuk gel. Büyük su mu? Küçük sumu? 

         -Küçük küçük... İki dakikada gelirim. 

       Dükkandan koşar adım, karşıdaki camiye gitti. Mekanlarında tuvalet olamadığından hacetlerini burada gideriyorlardı. Gitmesiyle gelmesi, dediği gibi iki dakika ya sürmüştü ya sürmemişti. Karısı şükreden gözlerle bakarak; 

        -İyi çabuk geldin bey, dedi. Val1a bu dükkanı bir kişi bir saat zor idare eder. Mal almaya gittiğinde kız gelmese halim ne olur ki... İki dakika içinde kaç kişi geldi bir bilsen. 

        -Maşallah de hanım. Kimsenin değmese, senin nazarın değecek şu dükkana. 

        -Aman... aman... Maşallah. 

       Yaaa... işte böyle... Tuvalet ihtiyaçlarını zor giderirler di o günlerde. Kızlarının çeyizini en iyilerle düzüp, oğlanları da rahat rahat okutup, iyi de geçiniyorlardı doğrusu.  

       Sabahın altısında, karısıyla birlikte açarlardı dükkanı. On beşindeki Ayşe'si olmasa, o evi çekip çevirmese, kardeşlerini okula hazırlamasa, karısı evde kalmak zorunda kalacaktı. O olmasa, bu dükkanı işletemezdim o zaman. 

       Kömür gözlüm diye severdi Ayşe'sini. Evdeki işleri bitince onlara yardıma bile gelirdi. Çocuklar evde kahvaltılarını yapar, onlar, şuracıkta, tezgahın üstünde, zeytin,ekmekle geçiştirirdi öğünlerini. Okula gidecek çocukların anneleri, bazen kendileri, işe gidecek beyler, akın akın gelip, ekmeklerini, peynirlerini, reçellerini, yumurtalarını, çaylarını alırlardı. Öğleye doğru, temizlik yapan kadınlar, kloraktı, sabundu, deterjandı; sabahçı çocuklar okul dönüşü çikletti, çikolataydı; esnaf tekmil ihtiyaçlarını karşılardı  mahallenin bakkal dükkanından. Öğleden sonraları, pişirilecek yemeklerin malzemeleri alınmaya başlardı; makarnalar, pirinçler, mercimekler, hazır çorbalar, nohutlar, fasulyeler, bulgurlar, turşular... Gün geceye dönmeye başlayınca da, akşamcılar doluşurdu, içkilerini, sigaralarını almaya. 

        Hey gidi günler heeey... 

Bütün bunlar sinema şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu. O anda içeriye dalan, beş yaşlarındaki bir çocuk, 

        -Bir sakız versene bakkal amca, diyerek, elindeki bozuk parayı ona uzattı. Derin dalgınlığından sıyrılıp, çikleti kıza uzattı. Akşama kadar en çok çiklet ve ekmek satıyordu zaten.

         Büyük marketler açılmaya başlayınca, yüreği sızlamaya başlamıştı. Ama diye düşünmüştü, fazla etkilemez bizi. Önceleri, sayıları oldukça azdı. Birkaç yıl içinde sayıları da, isimleri de epey arttı. Önce Tansaş 'lar, sonra Migros'lar, Kipa'lar, Carfour'lar, Bim'ler, Şok'lar, Pehlivanoğulları... O kadar çeşitli mallar vardı ki içlerinde; insanlar sürüler halinde -evet! yanlış okumadınız! sürüler halinde- bu alışveriş merkezlerine koşuyorlardı. Haftalık ya da aylık alışverişler, kocaman tekerlekli sepetlere doluyordu. Unutulan ya da pat diye gereksinim duyulan bir şey için bakkal tercih ediliyordu. İyi ki diye düşündü; iyi ki kızı everdim, oğlanlar da birer meslek sahibi oldu. Ya 'onlar küçükken, bu market istilasına uğrasaydık!.. İşte o zaman halimiz ne olurdu. 

         Babadan kalma bu mekanda, iki baş boğazı karın tokluğuna idare ediyordu. Ama ya çoluk çocuk beslemek zorunda olan meslektaşları... Allah onlara sabır ve güç versin diye düşündü. Her şeye rağmen haline şükretti. Saatine baktı. Karısı niye gecikmişti acaba. Her akşamüzeri bir demlik çay yapar gelir, sohbet ederlerdi uzunca. Bazen bu sohbetlerine, akşam ekmeğini alan bir müşterileri de eşlik ederdi. Haa... Artık dükkanı beraberce açmıyorlardı. Karısı dükkana sadece yemek ve akşamüzeri çaylarını getirmek için geliyordu. Bir de, haftada bir mal almaya gittiği günlerde birkaç saatliğine bakıyordu mekana. Tek başına.Kızları iki yıl önce evlenmiş, maviş bir erkek torunları bile olmuştu. İşte! Kıt kanaat idare ediyorlardı. Şimdilik kimseye muhtaç değillerdi. Ama bir yıl sonra ne olur ikisi de bilmiyordu. Bu büyük süpermarketler yutuvermişti onları. Geride kalan yalnızca iskeletleriydi. Tam bunları düşünürken, dükkana soluk soluğa giren karısının yumuşacık sesini duydu. 

         -Geciktim bey, kusura bakma. Tüp bitti. Küçük tüpte de ancak demledim çayı. 

         -Ziyanı yok hanım. Geldin ya... Koy bir demli çay da içelim. 

         -İçelim bey içelim...

 
 
 
Türkiye  Bakkallar  ve  Bayiler  Federasyonu
Talatpaşa Bulvarı No: 136 / 10   Cebeci  ANKARA
Tel: 0312 - 3196150     Faks: 0312 - 3196158
info@tbbf.org.tr