Sağ elini şakağına dayamış, çok eskilere
uzanan düşünceleriyle geçmişe yolculuk yapıyordu. Yüzünün güldüğü,
huzurun gözlerinden okunduğu, mutlu anlarının pıtrak gibi çok olduğu
günlere.
-Hanım ben bir su dökeyim
geleyim. Hazır kimse yokken!
-Tamam. Ama çabuk gel. Büyük su
mu? Küçük sumu?
-Küçük küçük... İki dakikada
gelirim.
Dükkandan koşar adım, karşıdaki
camiye gitti. Mekanlarında tuvalet olamadığından hacetlerini burada
gideriyorlardı. Gitmesiyle gelmesi, dediği gibi iki dakika ya
sürmüştü ya sürmemişti. Karısı şükreden gözlerle bakarak;
-İyi çabuk geldin bey, dedi.
Val1a bu dükkanı bir kişi bir saat zor idare eder. Mal almaya
gittiğinde kız gelmese halim ne olur ki... İki dakika içinde kaç
kişi geldi bir bilsen.
-Maşallah de hanım. Kimsenin
değmese, senin nazarın değecek şu dükkana.
-Aman... aman... Maşallah.
Yaaa... işte böyle... Tuvalet
ihtiyaçlarını zor giderirler di o günlerde. Kızlarının çeyizini en
iyilerle düzüp, oğlanları da rahat rahat okutup, iyi de
geçiniyorlardı doğrusu.
Sabahın altısında, karısıyla
birlikte açarlardı dükkanı. On beşindeki Ayşe'si olmasa, o evi çekip
çevirmese, kardeşlerini okula hazırlamasa, karısı evde kalmak
zorunda kalacaktı. O olmasa, bu dükkanı işletemezdim o zaman.
Kömür gözlüm diye severdi
Ayşe'sini. Evdeki işleri bitince onlara yardıma bile gelirdi.
Çocuklar evde kahvaltılarını yapar, onlar, şuracıkta, tezgahın
üstünde, zeytin,ekmekle geçiştirirdi öğünlerini. Okula gidecek
çocukların anneleri, bazen kendileri, işe gidecek beyler, akın akın
gelip, ekmeklerini, peynirlerini, reçellerini, yumurtalarını,
çaylarını alırlardı. Öğleye doğru, temizlik yapan kadınlar, kloraktı,
sabundu, deterjandı; sabahçı çocuklar okul dönüşü çikletti,
çikolataydı; esnaf tekmil ihtiyaçlarını karşılardı mahallenin
bakkal dükkanından. Öğleden sonraları, pişirilecek yemeklerin
malzemeleri alınmaya başlardı; makarnalar, pirinçler, mercimekler,
hazır çorbalar, nohutlar, fasulyeler, bulgurlar, turşular... Gün
geceye dönmeye başlayınca da, akşamcılar doluşurdu, içkilerini,
sigaralarını almaya.
Hey gidi günler heeey...
Bütün bunlar sinema şeridi gibi gözünün
önünden geçiyordu. O anda içeriye dalan, beş yaşlarındaki bir
çocuk,
-Bir sakız versene bakkal amca,
diyerek, elindeki bozuk parayı ona uzattı. Derin dalgınlığından
sıyrılıp, çikleti kıza uzattı. Akşama kadar en çok çiklet ve ekmek
satıyordu zaten.
Büyük marketler açılmaya
başlayınca, yüreği sızlamaya başlamıştı. Ama diye düşünmüştü, fazla
etkilemez bizi. Önceleri, sayıları oldukça azdı. Birkaç yıl içinde
sayıları da, isimleri de epey arttı. Önce Tansaş 'lar, sonra
Migros'lar, Kipa'lar, Carfour'lar, Bim'ler, Şok'lar,
Pehlivanoğulları... O kadar çeşitli mallar vardı ki içlerinde;
insanlar sürüler halinde -evet! yanlış okumadınız! sürüler halinde-
bu alışveriş merkezlerine koşuyorlardı. Haftalık ya da aylık
alışverişler, kocaman tekerlekli sepetlere doluyordu. Unutulan ya da
pat diye gereksinim duyulan bir şey için bakkal tercih ediliyordu.
İyi ki diye düşündü; iyi ki kızı everdim, oğlanlar da birer meslek
sahibi oldu. Ya 'onlar küçükken, bu market istilasına uğrasaydık!..
İşte o zaman halimiz ne olurdu.
Babadan kalma bu mekanda, iki
baş boğazı karın tokluğuna idare ediyordu. Ama ya çoluk çocuk
beslemek zorunda olan meslektaşları... Allah onlara sabır ve güç
versin diye düşündü. Her şeye rağmen haline şükretti. Saatine baktı.
Karısı niye gecikmişti acaba. Her akşamüzeri bir demlik çay yapar
gelir, sohbet ederlerdi uzunca. Bazen bu sohbetlerine, akşam
ekmeğini alan bir müşterileri de eşlik ederdi. Haa... Artık dükkanı
beraberce açmıyorlardı. Karısı dükkana sadece yemek ve akşamüzeri
çaylarını getirmek için geliyordu. Bir de, haftada bir mal almaya
gittiği günlerde birkaç saatliğine bakıyordu mekana. Tek
başına.Kızları iki yıl önce evlenmiş, maviş bir erkek torunları bile
olmuştu. İşte! Kıt kanaat idare ediyorlardı. Şimdilik kimseye muhtaç
değillerdi. Ama bir yıl sonra ne olur ikisi de bilmiyordu. Bu büyük
süpermarketler yutuvermişti onları. Geride kalan yalnızca
iskeletleriydi. Tam bunları düşünürken, dükkana soluk soluğa giren
karısının yumuşacık sesini duydu.
-Geciktim bey, kusura bakma.
Tüp bitti. Küçük tüpte de ancak demledim çayı.
-Ziyanı yok hanım. Geldin ya...
Koy bir demli çay da içelim.
-İçelim bey içelim... |