Çıkmaz ara sokağımızın bir köşesi ''Beş
Yol Kahvesi'', diğer köşesi Hasan Emminin bakkal dükkanıydı.Bütün
mahalle oradan alışveriş yapardı. Aslında bakkal dükkanı, Hasan
Emminin iki göz evinin bir odasıydı. Arkada kocaman bir bahçe
onundu. Ortada fıskiyeli havuzu, portakal, limon, yenidünya
ağaçları ve her mevsim açan gülleriyle bu bahçe, çocukluk
anılarımda bir park gibiydi. Bahçeyi yetiştiren karısı Meryem
Teyzenin uzun kumral saçları bukle bukle beline iner, iş yaparken
onları çabucak topuz yapardı. Açık yeşil gözleri, çocuklara hep
sevgi ve ,şefkatle bakardı. Biz çocuklar arka bahçede oynamayı çok
severdik. Havuzdan küçük helkelerle su alıp ağaç diplerine dökme
görevini Meryem Teyze bize vermişti. Kendi aramızda konuşurken,
keşke Meryem Teyze bizim annemiz olsaydı diye mırıldanırdık.
Çamurlanan ayaklarımızı yıkarken ve bizi masanın etrafına oturtup
kurabiye yedirirken onun yumuşak hareketlerini izler, uzun
saçlarının menekşe kokusunu içimize çekerdik. Annelerimiz laf
arasında onun Rum dönmesi olduğunu fısıldar, ''Hasan Emmiyi çok
sevmiş, onun için Müslüman olmuş'' derlerdi.
Hasan Emmi, uzun boyu, beyaz teni, bal
rengi gözleri ve koyu kestane rengi saçlarıyla hoş görünümlü bir
adamdı. Güven verirdi bize. Eskiden pek çok kadın ona aşık olmuş
ama o Meryem Teyzeyle evlenmiş. Mahallenin en yaşlısı Hasibe Nine,
onların çocuk sahibi olmak istediklerini ama Meryem Teyzenin üç kez
çocuk düşürdüğünü, bir daha da çocuğunun olmadığını anlatır, ''döl
tutmuyor garibimin rahmi'' derdi. Bu Iafların anlamını çoook sonra
anlayacaktık biz çocuklar. O günler anladığımız tek şey, sık sık
Bakkal Hasan Emmiden aldığımız delikli pembe şekerlerdi.
Hasan Emmi 'nin bakkal dükkanında her
şey vardı. İğne, iplik, sigara, pamuk, peynir, zeytin, reçel,
pirinç, ekmek, turşu... Reçelleri, karısı Meryem Teyze yapardı.
Vişne ve kayısı olmak üzere iki tür reçel kaynardı bahçede ,'yazın.
Bitirip kavanozlara koyunca, mahalleli sıraya dizilir, ''kışlık
reçeller Meryemce'den'' diyerek satın alırlardı. Peynir ve turşuyu
Hasan Emmi yapardı aynı bahçede. Ancak turşu bir çeşit olurdu: Acur
turşusu. Elli, altmış san:ıt!!. timlik acuru nereden bulur
bilinmezdi. Sorunca da güler ,!di bıyık altından. Anneler, bir
yemelik isterlerdi her seferinde. Yani bir karış kadar. Mahalleli
hanımlar, bazen bir evde toplanır, kısır yapar, Meryem Teyzeyi de
çağırırlardı. O zaman turşuyu hediye getirirdi Meryem Teyze
komşularına. Peynir de tek çeşitti: Davar peyniri. Tadına
doyulmazdı. Hele tazeyken... Tanıdık, temiz bir çobandan aldığını
söylerdi Bakkal Hasan Emmi. Sonra arka bahçede tenekelere kurar, üç
ay sonra açılmak üzere duvar dibine dizerdi. Tabi çocuklar için
yapılan en büyük hazırlık, delikli şekerdi. Onu da unutmaz, bir
çuval alırdı Hasan Emmi. Mahalleli avlularda çamaşır yıkarken,
''Hasan Efendi pirinç almış, biz de bir torba kışlık pirinç alsak
iyi olacak'' ya da ''Hasan Efendi turşuyu kurmuş, turşu vakti geldi
elleham'' derlerdi. Mersin ' de ılık geçerdi kış. Biz çocuklar,
tatil günlerinde, çıkmaz sokakta bağıra çağıra ''yakan top''
oynardık. Kimileri seksek, kimileri de bahçe de evcilik oynamayı
severdi. Ama bir ara hepimiz sokağın bir yanında toplaşır,
fısıltıyla Hasan Emminin şeker verip vermeyeceğini tartışır ve sonra
grup halinde bakkal dükkanının önünden geçerdik. Öyle bir geçiş ki;
yüzler Hasan Emmiye dönük, gözler şekerde, önünde resmi geçit yapar
gibi. Hasan Emmi anlayışla hemen ayağa kalkar, ''çocuklar şu
oyununuza bir mola verseniz de size bir şeker ikram etsem'' derdi.
Sevinçle bağırır, çığlık atardık biz de.
Günler işte böyle geçiyordu. Derken,
bir sonbahar günü caddenin karşı kıyısında zahire ambarı denen
kocaman bir depo, hızla boşaltıldı! Bir sürü usta ve işçi, gece gün
düz çalışmaya başladılar. Ara duvarlar yıkılıyor, raflar kuruluyor,
yerler granitle kaplanıyordu. Yağlı boyanın koku su tüm mahalleyi
sardı. Bir hafta sonra işler bitmiş, kamyonlar çeşit çeşit mal
taşımaya başlamıştı. Neler neler gelmiyordu ki: Sebzeler, meyveler,
peynirler, reçeller, tur şular, ekmekler, unlar, baharatlar... Koca
bir öğleden sonra, kapının üzerine dev bir tabela asmakla geçmişti:
''BİZİM MARKET''. ''Bizim''i anlıyorduk da, ''market''i bir türlü
kavrayamadık. Dış pencerelere burnumuzu dayayıp uzun uzun içeriyi
gözetledik. Tüm çocukların gözleri aynı bölümde buluştu. Evet, şeker
bölümü sağ taraftaydı. ( Açık, ambalajlı, renk renk kutularda ya da
kağıda sarılı, yuvarlak, yassı, üçgen şekilli... Tanrım, mutluluktan
uçacaktık! Hemen içeri girdik. Sahibinden biraz istemeyi planladık
eski bir alışkanlıkla. Bir görevli ağabey, buyurun dedi
gülümseyerek. Elimize bir tel sepet verip ''İstediğinizi alın''
dedi. Büyük bir sevinçle şekerlerin arasına daldık. Ben bir
çikolata paketini koydum sepete, bir baş kası sütlü şeker, bir
diğeri badem şekerleri... Hızımızı alamıyorduk. Komşunun oğlu bir
paket lokum koydu. ''Mar ket Amca'', Hasan Emmiden daha zengin diye
düşündük.
Hepimiz, iyice ağırlaşmış sepetin
birer ucundan tutarak çıkış kapısına yönelmiştik ki, özel giysili
ağabeyler bize ,,doğru koştular! Onlar elimizdeki sepeti almaya
çalışıyorlardı, biz de vermemeye... Ağlamaya başlamıştık ki, siyah
takım elbiseli bir amca geldi yanımıza, ''Ne oluyor bura da'' dedi
görevlilere. Onlar da, ''Para ödemeden çıkıyordu çocuklar'' dediler.
Siyah giysili adam, soğuk bir tavırla sepeti elimizden alıp
görevlilere verirken çatık bir kaşla bize döndü ve ''Paranız yoksa
buradan bir şey alamazsınız çocuklar, hadi bakalım evinize'' dedi...
Bu sözlerin soğuk- luğunu gidermek için soluğu Bakkal Hasan Emmide
aldık. Bir kız arkadaş hıçkırarak ağlıyordu. Hasan Emmi, hemen
koştu, ağlayan arkadaşımızı kucağına aldı ve onu bir sandalyeye
oturttu. Hepimize hemen halkalı pembe şeker dağıttı. Mutluluk doldu
içimiz. Artık dargın bakı yorduk ''Bizim Market''e.
Mahalleli de büyük bir merakla markete
uğruyordu. , Başına eşarp takıp, terliğiyle bir koşu markete giderek
vanilya ya da ekmek alan kadınlara kocaları,''Nerde kaldın yahu,
iki saattir sofrada ekmek bekliyoruz'' diye kızarken, kadınlar da,
''İnan bana, bir ekmek için yarım saat bekledim kuyrukta'' diye
kendilerini savunuyordu. İşin esasını sonra öğrendiler! İhtiyaçlar
çoğalınca bir öğleden sonra markete gidilecek, tel sepet alınacak ve
ona doldurulacaktı istenilen her şey. Öyle de yaptılar. Artık her
mahalleden insanlar, akın akın alışveriş için markete geliyordu.
Bir gün yatılı misafir bekliyorduk.
Babam anneme biraz para bırakıp ''Hanım, sen ne lazımsa alıver''
dedi. Annem beni yanına alarak mantosunu omuzuna attığı gibi ,
markete koştu ve tel sepete ihtiyaçları doldurmaya başladı. Bir
paket pirinç, bir torba soğan, bir kutu salça, yarım ki 10 kıyma...
Annem ha bire bir şeyler atıyordu sepete! Sonunda para ödenen yere
geldik. Bir görevli alınanların hesabını yapıp tutarı söyledi.
Annem sapsarı oldu! Görevliye eğilip. ''Şu kadar elimde var,
gerisini ay başında ödeyebilir miyim'' dedi yavaşça. Görevli;
''Teyze, neden paranıza göre alışveriş yapmadınız, eksik parayı
bulun ya da bir kısmını geri bırakın'' dedi. Annem ve ben dışarı
çıktık. Gideceğimiz yer belliydi; Hasan Emmi... Neyse ki, Hasan
Emmi eksik parayı hemen verdi de annem marketten aldıklarını eve
getirebildi. Niye bu kadar çok almıştı ki? Aslında paketle satmayıp
az az tartsalar bu kadar çok alınmazdı. Yine de insanlar alışveriş
için marketi seçiyorlardı. Hasan Emmiye gidenler çok azalmıştı. Bir
kaç gün sonra koca bir yazı markete asıldı. Beyaz üstüne kırmızı
harflerle ''KAMPANYA” diye yazıyordu:
“. ..'lık
alışveriş yapana 5 It 'lik yağ bedava,
“…’lık
alışveriş yapana 1 paket pirinç bedava.''
Tüm mahalleli, bedava malları almak
için alışverişe başladı. Bedava verilenin parasının alınanlardan
çıktığını, mahalleli yıllar sonra öğrenecekti.
Bakkal Hasan Emmiye artık hiç gelen
yoktu. Tek vefakar dostları biz çocuklardık. Bizden de zaten para
almıyordu. Bir gün annem telaşla Bakkal Hasan Emminin evine gitti.
Döndüğünde, Meryem Teyzenin felç olduğunu anlattı mahalleliye.
Herkes koştu onlara, biz çocuklar da... Gördüğüm şey eski bir
tabloya benziyordu. Pirinç karyolada, dantelli, kanaviçe işli yatak
takımı içinde, bukleli uzun saçları yastığa dağılmış bir halde
Meryem Teyze solgun ve hasta yatıyordu. Hasan Emmi yatağa diz
çökmüş, avuçlarında karısının hareketsiz eli vardı sadece. Hüzünle
saçlarını okşuyordu karısının. Etraf pırıl pırıl, ama buz gibi
soğuktu. Mahalleli, evlerden odun getirdi hemen. Oda ısınırken
Meryem Teyze gözlerini açtı yavaşça. Teşekkür anlamında gülümsemek
istedi ama felçli ağzı yana kaydı . Annemin onlar için pişirdiği
yemekleri taşıdım o gün. Herkes gibi biz çocuklar da Hasan Emminin
para sıkıntısı çektiğini o zaman anlamıştık.
Soğuk bir kış günüydü. Hasan Emminin
dükkanı yine açıktı ama kendisi evdeydi. Biz çocuklar boş arsada
toplandık. Hasan Emmiye nasıl para yardımı yapabileceğimizi
tartıştık. Sonunda herkes harçlıklarını biriktirmeye karar verdi.
Babalarımızdan kalem, silgi, defter parası istiyor ama almıyorduk.
Bir gün bu biriken paraları Hasan Emminin para çekmecesine becerikli
bir arkadaşımız koyuverdi. Ertesi gün suçlular gibi dükkana hiç
uğrayamadık. Zaten yağmur da hiç göz açtırmadan yağıyordu. Ev de
hapsolmuş gibiydik. Pencerelerden birbirimize bakıp el dil
işaretleriyle anlaşmaya çabalıyorduk. Arada gök gürlüyordu. Kuşlar
çatı aralarında yavrularını kanatlarının arasına alıp ısıtıyorlar,
anneler çocuklarına sucuklu, yumurtalı kahvaltılar hazırlıyorlardı
ki bir çığlık gök gürültülerini bastırıp her tarafa yayıldı: ''Meryeeeeeem!...''
Bu ses Hasan Emminin sesiydi. Herkes yağmur demeden koştu
onlara...
Tek göz oda soğuktan yine buz gibiydi.
Hasan Emmi, eşi Meryem Teyzenin cansız başını göğsüne yaslamış,
başını onun başına dayamış ağlıyordu. Gözlerinden akan yaşlar
karısının hala güzel olan yüzüne damlıyordu. Bizi dışarı çıkardı
büyükler.
Aradan yıllar geçti. Babam başka bir kente tayin oldu.
Bizler büyüdük, üniversiteyi bitirdik, evlendik ve çoluk çocuğa
karıştık. Yıllar sonra eşimin tayini Mersin'e çıkmaz mı!
Çocukluğumun geçtiği bu kentte ev bulup yerleşir yerleşmez ilk işim
eski mahallemize gitmek oldu. ''Beş Yol Kahvesi'' aynen duruyordu.
Sahibi Hüseyin Amca bize çay ısmarladı. Çıkmaz sokağı yerinde şimdi
kocaman bir apartman yükseliyordu. ''Bizim Market'', ''Süpermarket''
olmuştu. Bakkal Hasan Emminin dükkanı ise yoktu artık. Onun
yerinde, tüm bahçeyi de içine alan kocaman bir çocuk parkı vardı;
içinde portakal, limon, yeni dünya ağaçları ve her mevsim açan
gülleri olan... Hüseyin Amca; Hasan Emminin, eşi öldükten sonra bu
kıymetli arsası, çocuk parkı yapma koşuluyla belediyeye bağışladığı,
sonra da sessizce ortadan kaybolduğunu söyledi. Mahallelinin isteği
üzere buraya ''Bakkal Hasan Emmi Parkı'' adı verilmişti. Ben bir
portakal ağaca yaslanıp gözyaşlarımı tutamadan anılara dalmışken,
parkta, mutlu çocuk çığlıkları birbirine karışıyordu. |